Tutsak
ikilemi veya mahkûmların ikilemi bir oyun teorisi olmakla birlikte birçok
alanda uygulanabilir bir strateji oyunu olarak bilinir. Mahkûm ikilemi; çelişki
yaşadığımız durumda bizim en fazla kazanç elde ettiğimiz fakat başka biri için bu
durum bir kayba dönüştüğü zaman ortaya çıkar.
Günlük
hayatta bir şeyi seçmek zorunda kaldığımızda bile bir sürü psikolojik
mekanizmamızı devreye sokuyoruz ve bizim için en iyi olanı seçmeye
odaklanıyoruz. Ama mahkûmların ikilemi durumunda işler biraz daha karmaşık hale
geliyor çünkü vereceğimiz karar bizi etkilemekle birlikte karşıda olan kişinin hayatını
da etkileyecektir. Her karar verdiğimizde bir sorumluluk alırız ve onun
arkasında durmamız gerekir. Bu ikilemin altında yatan Makyavelist Gerçeklik
teorisidir, yani amaç aracı kutsallaştırır.
Genelde
böyle bir durumda insanlar stratejilerini, motivasyonlarını, karar verme
mekanizmalarını ve bilgi birikimini ortaya koyarlar. Bu durumda karşıdaki
mahkumun ne yönde karar vereceğini bilmiyoruz ama içsel motivasyonumuz bize
kendimiz hakkında en iyi olan kararı vermek için güdüler.
Bu durumda her iki tarafında sessiz kalmasını bekleriz ama sorun diğer mahkumun
hamlesinin ne olacağıdır ve işler isteğimiz gibi olmaz çünkü öteki tarafın bizi
ele vereceğini düşünürüz ve en sonunda iki tarafta itiraf etmiş olur. Bu
gerçekten uygulandığında sonucu oyuncuların karakteri belirlemektedir. Eğer
işbirliği yapabilselerdi bu durum değişebilirdi çünkü yeni evrim teorilerine
göre bir insan kısa süre hayatta kalabilir ama uzun süre kalması için işbirliği
gerekmektedir.
Uluslararası politik teoride Mahkûm İkilemi, uluslararası ilişkilerde bütün devletlerin (iç politika ya da itiraf edilen ideolojisine bakılmaksızın) uluslararası anarşi göz önüne alındığında rasyonel kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini gösteren stratejik gerçekçiliğin tutarlılığını göstermek için sıklıkla kullanılır. Klasik bir örnek, Soğuk Savaş ve benzeri çatışmaların silahlanma yarışlarıdır. Soğuk Savaş döneminde, NATO ve Varşova Paktı'nın karşı ittifaklarında silahlanma veya silahsızlanmama seçeneği vardı.
Her iki tarafın bakış açısından bakıldığında, rakibin silahları seçmesine rağmen silahsızlanmak askerlerde aşağılık duygusu ve muhtemel yok olmaya yol açabilirdi. Tam tersi olduğunda ise, üstünlüğe yol açabilirdi. Eğer iki tarafta silahlanmayı seçerse birbirlerine saldıramazlardı. İki taraf da silahsızlandırmayı seçerse, savaş önlenmiş olacak ve maliyet olmayacaktı. Her ne kadar 'en iyi' sonuç her iki tarafın da silahsızlandırılması olsa da, her iki taraf için mantıksal yol silahlandırmak olmuştur ve aslında bu gerçekleşmiştir. Aynı mantık egemen devletler arasındaki ekonomik veya teknolojik rekabet gibi benzer bir senaryoda da uygulanabilir.
Bu durum sadece mahkûmlarda değil gerçek hayatta da karşımıza çıkmaktadır. Bir
iş yapmaya kalktığımızda uzun vadede kar elde etmek isteriz ve kısa süreli
işleri yapmak istemeyiz çünkü bu bize istediğimiz kazancı sağlamayacaktır. Aynı zamanda sosyal yaşantımızda da seçimler
yapıyoruz; romantik ilişkiler, arkadaşlar, iş arkadaşları veya sabah kantinden çay mı alsam kahve mı alsam?
Ama bazen bu durumlarla karşılaştığımızda
işler planladığımız gibi gitmez; sonuçta bizde insanız ve kendi çıkarlarımız
için başkalarının kaybetmesine göz yuma biliriz çünkü gerçek hayatta her alanda
bir rekabet vardır ve işler teoride olduğu gibi işlemez. Bugün çok sevdiğiniz biri yarın düşmanınız olabilir.
Tabikide herkesin hayatında özel insanlar vardır ve ne olursa olsun onlar göz
ardı edilemez; bence yaşadığımız hayatta herkes çıkarları için yapamayacağı şey
yoktur. Bugün yapmam dersin, yarın dediğinin tam tersini yaparsın. Bu durum kim olursa olsun geçerliliğini, insanlık tarihi boyunca korumuştur ve korumaya devam etmektedir.
No comments:
Post a Comment